Esaret 1916

Bazı kitaplar vardır, okurken kitapta geçenleri yaşarsınız adeta.

Belki de hayatımda ilk defa bir kitabı, film izler gibi okudum ve kitabı bitirdiğimde ağzımdan dökülen cümleler şu oldu; “Gerçek hayatta yaşanmış olan bu romanın filmi çekilmeli…”

Bazı kitaplar vardır, okurken kitapta geçenleri yaşarsınız adeta. Bunu çok defa yaşadığım olmuştu ama ilk kez bir kitap için, “mutlaka filmi olmalı” diyorum.

Nurettin Taşkesen’in “Esaret 1916” romanı bahsettiğim bu tanıma uyan bir kitap. Akıcı bir üslubu olduğu kadar, aynı zamanda da sürükleyici. Okumaya başladığınızda, bir taraftan hiç bitmesin istiyorsunuz, bir taraftan da bir an önce bu acılarla dolu ‘esaret’ bitsin istiyor, ne zaman bitecek diye hayıflanıyor ve daha da bir iştahla okuyorsunuz kitabı.

Nurettin Ağabey’le yakın bir zamanda tanıştım. İlk tanıştığım gün bu kitabı çıkmıştı Mihrabat Yayınları’ndan ve oracıkta bize imzalayıvermişti samimi duygularını da katarak cümlelerine.

Bir çok kitaptan etkilendiğim olmuştur ama bu kitap beni biraz daha farklı bir biçimde etkiledi. Çünkü Romanın baş kahramanı Ahmet Onbaşı Nurettin Bey’in öz dedesi. Yani bizim roman diye bir çırpıda okuyuverdiğimiz bu kitapta ki olayların tümü yaşanmış, tamamen gerçek bir öyküden oluşuyor.

1916’lı yıllar, Akif’in Çanakkale Şehitleri şiirinde dile getirdiği “Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela” devletlerin Anadolu’ya toptan saldırıya geçtiği yıllar. Bir tarafta Yunan, diğer bir tarafta Fransız, bazı bölgelerde  İngiliz, kimi yerde ise Ruslar… İşte Ahmet Onbaşı  Ruslar’a karşı Erzurum Cephesi’nde savaşırken, (vatanına yapılan saldırıya karşı koyarken) esir düşer. İşte bu acıklı hikayesi böylece başlamış olur…

5 yıl süren bir esaret hayatı. Yaşanılan onca acı… Ama imanıyla, Allah’a olan bağlılığıyla sabreder, dayanır ve sonunda aylarca süren bir yolculuktan sonra Varşova üzerinden Edirne’ye oradan da İstanbul’a ulaşır.

Anadolu’nun esareti asla kabul etmez yiğit insanları toptan bir vatan savunmasına, düşmanları topraklarından atma mücadelesine girmiştir o yıllarda… Ahmet Onbaşı durur mu… Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi vatan mücadelesinin önemli merkezlerinden biridir. İngilizler’in işgali altındaki Payitaht İstanbul’dan Anadolu’ya gizlice silah sevkiyatı yapılmaktadır. Osmanlı hafiyeleri de Özbekler Tekkesi’ni bu iş için adeta karargah olarak kullanmaktadırlar. Hemen oraya koşar Ahmet Onbaşı. Ve yıllar süren askeri tecrübesi ile esaret hayatında kazanmış olduğu tecrübeleri birleşince, vatan savunmasında önemli hizmetler yerine getirir.

Anadolu kurtulmuştur ama sefalet her yerdedir. Erzincan’a yerleşir… 1939 büyük depremini yaşar orada. Ve sonrasında da büyük acılarla boğuşur hayatı boyunca…

Sınırlı cümlelerle yazılan bu yazıyı yazarken düşünüyorum da, ne çok şey var anlatılacak Ahmet Onbaşı’ya dair. Ama ben anlatmayayım, siz mutlaka bu romanı alıp okuyun. Gözyaşları içerisinde okurken, bu toprakların nasıl vatan olduğunu bir kere daha anlayın. Hiçte kolay kazanılmayan bu Anadolu topraklarını ‘vatan’ yapan insanlara minnet duygularımızı ifade için, Ahmet Onbaşı gibi daha nice vatan savunması yaparken yaralanmış, esir olmuş, şehit düşmüş kahramanlarımıza Fatihalar göndermeyi unutmayalım.

Yenigün Gazetesi / 15 Mart 2017

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir