Merhamet ey dünya!

Merhametini yitirmiş kişi, kin, nefret, öfke nöbetleriyle önce kendine sonra etki edebildiği herkese zarar verir hale gelmiştir.

Ye’s öyle bataktır ki: düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!  / Mehmet Akif Ersoy

Merhameti kaybetmeden önceki son durakta inmek istiyorum ben. Çoktur örneği, hep iyi yaşar insan, ama son demlerinde bir şeyler olur ve bir zaman sonra, o ‘iyi’ insandan geriye bir eser kalmadığını görürsünüz.

Merhametini yitirmiş kişi, kin, nefret, öfke nöbetleriyle önce kendine sonra etki edebildiği herkese zarar verir hale gelmiştir. Ben o hale düşmek istemiyorum hayatımın sonuna dek. Yaratıcının içime ektiği ‘merhamet’ tohumlarını, çöllere savurup, kurutmak istemiyorum. Toprağım şuan için merhameti beslemeye ve yeşertmeye müsait ama  bir gün gelir de o toprağı kurutur muyum acaba diye korkumuyor da değilim!

Üzgünüm. Bırakın insanları, hayvanlara dahi zarar veren, adına ‘insan’ dediğimiz canlılarla aynı gökyüzünün altında yaşamaktayız hepimiz. Ben bir hayvana, bir kediye, bir köpeğe veya bir başka canlıya zarar verenlerin insan olduklarını düşünemiyorum! Hatta bırakın insan olduklarını, onların yaşadıklarını dahi aklım almıyor! Yaşamıyorlar onlar! Aynı dünyada ‘yaşayan’ bir insan, nasıl başka ‘yaşayan’ bir canlıya zarar verebilir ki? Benim aklım almıyor bu durumu, aklı alan varsa bana da anlatsın, bende anlayabileyim!

Biz ‘insan’ların çok şeylere ihtiyacı var, evet, ama en çok ümide ihtiyacımız var. Merhametini kaybetmiş dünyamızda, en çok ümidimizi yitirmemeye ihtiyacımız var. Kendimizi kaybetmemeye ihtiyacımız var! Bizim ümide, dünyamızın da merhamate ihtiyacı var en çok. Baksanıza, her yeri merhametsiz canlılar doldurmuş!

Dünyamıza, ‘ışık doğudan gelir’ mi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var; en çok dünyamızın doğusu karanlıklar içerisinde bugün! Merhametini yitirmiş, karanlıklar içinde boğulmuş ‘batı’mız, karanlıklarını doğumuza da sıçrattı bir kaç asırdır! Onlar, her yeri zindana çevirmek istiyorlar! Bizim dünyamız da karanlığa gömülsün istiyorlar! İnsan kanı üzerine kurdukları saltanatlarının yıkılıp gitmesini hiç ama hiç arzu etmiyorlar! Etmedikleri için de kendilerine, her gün biraz daha fazla kandan dünyalar inşaa ediyorlar! Dedim ya, ‘canlı’ya zarar verenlerin yaşıyor olduklarını düşünmüyorum! Onlar,  oluk oluk akıttıkları ‘kan’ın içerisinde boğulup gitmek üzereler ama şuan için bunun farkında bile değiller!

Biz biliyoruz ki, merhamet her zaman kazanacaktır! Hem ‘kazanmak’ sadece bu dünya için geçerli bir kavram değil ki! Biz, ‘iyi’ insanların bugün olmasa da, ‘yarın’ mutlaka kazanacağından hiç şüphe etmiyoruz. Bizi zaten ümitli kılanda bu inancımızdır! Bize, ümitsizlik haramdır.

O sebeple ümidi kaybetmeden yaşamaya devam etmek mecburiyetindeyiz. İyi insan olmak isteyen iyi işler yapar ve burada ‘iyi izler’ bırakmanın derdine düşer. Düşmeliyiz de her birimiz. Bir amaç için bulunuyorsak dünyada, gidene dek, koşturmak mecburiyetimiz var. İyilik yolunda biz çalışmazsak, koşturan biz olmassak, kötüler ve kötülükler tüm dünyamızı karanlığa gömer de, biz sadece izlemek zorunda kalırız ve o karanlıkta bizde boğulur gideriz!

Karanlıklar da boğulmayacağız. Bizi boğmalarına da izin vermeyeceğiz. Aydınlığı sahipleneceğiz. Karanlıktan da korkmadan, üzerine üzerine  yürüyeceğiz.

Sürekli bir aydınlık için, ümitle yaşamaya ve umudumuzu bir an bile yitirmeden çalışmaya devam edeceğiz. “Bırakalım nasılsa birileri yapar” demeyeceğiz. ‘Bu görev bizim’ bilincini kuşanacağız. Ömür bitene dek üzerimize aldığımız görevi ve yükü taşımaya devam edeceğiz. Bizim taşımadığımız yük, bizim değildir. Biz, iyi olan ne varsa yanında olacağız. Kötü olanlarında karşısında dimdik duracağız. Duracağız ki, ‘iyi’ ayakta durabilsin, ‘kötü’de yok olup  gitsin! Sahip çıkmadığımız hiç bir şey, bizim değildir.

Yenigün Gazetesi / 06 Ocak 2017

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir