Başlıktaki soruya elbette her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kendi bakış açısıyla cevap verebilir ve sonuçta binlerce farklı cevap ortaya çıkabilir. Ben bu soruya, ‘arzu ettiğim Türkiye’ bakışıyla bir kaç konuya değinerek cevap vereceğim.
Arzu ettiğim ülkenin nasıl olması gerektiğini, ben birazda bu toprakların, bu milletin geçmişine bakarak cevaplamak istiyorum. Önceki dönemlere hiç girmeden, sadece Osmanlı’yla başlatsak bile bu toprakların kaderini, muhteşem bir geçmişten söz etmemiz gerekiyor. Bize cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte dayatılan, iddia edilen ve gerçeklerle hiç bağdaşmayan tarihimize bakmayalım, gerçek tarih ne diyor ona bakalım. Eğer doğru kaynaklardan beslenebilirsek, orada muhteşem bir geçmişin yattığını göreceğiz. Geçmiş medeniyet birikimimize, bu topraklar üzerindeki islamla yoğrulan muhteşem kültürümüze hayran olmamak mümkün değil. İnsan merkezli oluşturulmuş, asırlar içerisinde gelişmiş ve tam bir medeniyet haline gelmiş İslam ve Osmanlı kültürü, özlediğimiz, arzu ettiğimiz bir medeniyet birikimidir. Bırakın sadece insanı öne çıkaran bir medeniyet olmayı, hala İstanbul gibi bu medeniyete beşiklik etmiş kadim şehirlerimizde, hayvanlara dahi nasıl merhametle bakıldığını görmek mümkün. Okulların, ibadethanelerin üst kısımlarında hayvanların barınacakları yerleri hala görmek mümkün. Yaralı leylekler için şifahaneler kurmuş bir medeniyetten söz ediyoruz. Adına modern dünya denilen şehirlerin sokaklarında, merhametten yoksun insan varlıklarının hayvanlara nasıl eziyet ettiğini görüp dururken, insan nasıl arzulamaz tekrar böyle bir kültür ve medeniyeti!
Şuan dünyamızda merhametsizlik hüküm sürmekte. Merhameti kaybetmiş dünyamızda insan kardeşlerimiz acı çekiyor özellikle son 100 yıldır. Ama mutlulukla görüyoruz ki, bahsetmiş olduğumuz bu kadim medeniyet geçmişimiz bizi hala terketmiş değil. Dünyanın bir başka ucunda bir insanın ‘imdat’ çığlığı attığını duymasın bu toprakların insanı, elinde avucunda ne varsa hemen o insan kardeşi için seferber ediyor. Dev ekonomilere sahip devletlerin çok ilerisinde bir yardım elimiz var ve bu el tüm dünyaya ulaşıyor. Güzel insanların yaşadığı bu toprakların, yani bu ülkenin çok güçlü olması gerekiyor! Ki tüm dünyadaki mazlumlara el uzatabilelim. Ateş çemberi içindeki Ortadoğu coğrafyasında kim dara düşse, ilk koştuğu yer Türkiye. Bildikleri bir şey var, sadece Osmanlı döneminde 600 yıl bu topraklardan biz tüm dünyayı yönetmiş ve tüm dünyaya merhamet tohumları ekmişiz. Aynen geçmişte olduğu gibi, şimdi de bekliyor halklar, yine tüm dünyaya sahip çıkmamızı.
Abartmıyorum, bakın bir çok batı toplumuna. Hangi güçlü batı ülkesi, açlıktan, susuzluktan kıvranan insanlara yardıma koşuyor? Savaşlardan kaçan insanların, batı ülkelerinin tel örgülerle kapatılmış sınırlarında yığınlar oluşturduğunu görmüyor musunuz? Tel örgülerle kapatılmış sınırların içinde şatafat içinde bir hayat yaşayan merhameti kaybetmiş insanlık, hemen yanı başlarındaki mazlum insanları görmek bile istemiyor! Ama biz öyle değiliz. Bu toprakların insanları asla hiç bir devirde merhametsiz olmadı. Bir ekmeği olan yarısını mazlum insan kardeşiyle paylaştı ve paylaşmaya devam ediyor. Daha çok paylaşabilmek için, devletimiz eliyle mazlumların elinden tutabilmemiz için daha güçlü olmaya ihtiyacımız var. Ne kadar güçlü bir devlet olursak, o kadar fazla insana el uzatabileceğiz.
Biz bu topraklarda 600 sene merhamet imparatorluğunu yaşatmış bir medeniyetin çocuklarıyız. Bu gurur duyulası geçmişimizden kopmayacağız. Ve her birimiz, 100 yıldır kaybettiğimiz bu insanlık medeniyetine tekrar kavuşmak için elimizden ne geliyorsa yapacağız.
Yenigün Gazetesi / 24 Mayıs 2016